Çelik Sektöründe Anakronik Yaklaşımlar                        
                        
                            Türk çelik sektörünün kuruluş yılları 1930’lara kadar gidiyor. Sektör en hızlı gelişmeyi 24 Ocak ekonomik istikrar tedbirleri sonrasında, Özal’lı yıllarda gerçekleştiriyor. 2000’li yıllarda 20 milyon tona ulaşan sektörün kapasitesi, 2003 sonrasında büyük bölümü yassı ürünler ile yapısal çelik ürünlerine…                        
                     
                    
                        Türk çelik sektörünün kuruluş yılları 1930’lara kadar gidiyor. Sektör  en hızlı gelişmeyi 24 Ocak ekonomik istikrar tedbirleri sonrasında,  Özal’lı yıllarda gerçekleştiriyor. 2000’li yıllarda 20 milyon tona  ulaşan sektörün kapasitesi, 2003 sonrasında büyük bölümü yassı ürünler  ile yapısal çelik ürünlerine yönelik yatırımlarla 50 milyon ton  seviyesini aşıyor. Sektör, Türkiye’yi dünyanın 8. en büyük çelik  üreticisi konumuna ulaştırıyor. Bütün takdirleri üzerinde topluyor.  Ancak son zamanlarda, cevher ve hurda fiyatları arasında demir cevheri  lehine gelişen farka atıfla “Türkiye’de ağırlıklı olarak elektrik ark  ocaklı tesislere yatırım yapılmış olması eleştirilirken, entegre  tesislere yatırım yapılmasının daha doğru bir yöntem olduğu, esasen  hurda yerine cevhere dayalı bir üretim yapısının daha sağlıklı bir seçim  olduğu” bu yönüyle âdeta, “geçmişte ne yapıldıysa yanlış yapıldığı”  şeklinde değerlendirmelere sıkça rastlanıyor.
Tarihi olaylarda olduğu gibi, çelik sektörüne yönelik, geçmişi  bugünün şartları ve perspektifi ile değerlendiren anakronik bakış tarzı,  sözkonusu yatırımların yapıldığı dönemin şartlarını göz ardı eden bir  mahiyet taşıyor. Öncelikle, hem Türkiye’de hem de dünyada entegre tesis  yatırımlarının, genellikle kamu kesimi tarafından gerçekleştirildiği,  özel sektörün böylesine büyük yatırımları yapamadığı unutuluyor. Türkiye  örneğinde, kamu kesiminin de, yüksek maliyetli entegre tesislere daha  fazla yatırım yapmak bir yana, kurulu bulunan tesislerde modernizasyon  yapmayı dahi uzun yıllara ertelediğini, İsdemir ve Kardemir’in, kamu  kontrolünde olduğu dönemde ihtiyaç duyulan küçük yatırımların  yapılmaması yüzünden, adeta hurda olarak kapatılma noktasına geldiğini,  kamunun İsdemir’de 7-8 ayda kendisini finansa edebilecek 20 milyon  dolarlık kontinü döküm yatırımını dahi, yaklaşık 10 yıl sürüncemede  bıraktığını unutmamak gerekiyor. Bu yönüyle, entegre tesis yatırımı  yapabilecek boyutta sermaye birikimi bulunmayan özel sektörün,  Türkiye’nin çelik ile ilgili sorunlarının çözümü için tercihini, pratik  ve pragmatik bir yaklaşımla, emisyonlar açısından daha avantajlı, esnek  üretim imkanı veren daha düşük maliyetli, ark ocağı teknolojisine  yatırım yapmaktan yana kullanmasının yadırganmaması gerekiyor.
Bugün geldiğimiz noktada, cevher fiyatları ile hurda fiyatları  arasındaki cevher lehine açılan fark, yeniden cevhere yönelme  alternatifini gündeme getirmiş bulunuyor. Cevhere dayalı üretim  teknolojileri, sadece çelik üreticisi kuruluşlar tarafından değil, kamu  otoriteleri tarafından da ciddi bir biçimde araştırılıyor. Ancak bu tür  bir yatırımın yapılması, mevcut mali imkânlar ile pek kolay görünmüyor.  İlk değerlendirmelerde, yıllık 1.5 milyon tonluk kapasite için, en az  500 milyon dolar seviyelerinde bir yatırıma ihtiyaç duyulduğu  anlaşılıyor. Sözkonusu yatırım tutarına rağmen, geleceğe yönelik  öngörülerdeki belirsizlik rahatsızlık yaratıyor.
Dönemsel olarak, hurda ve demir cevherinde dengenin değişebileceği  biliniyor. Hernekadar, mevcut görüntü, demir cevheri ile hurda  arasındaki farkın kısa vadede kapanmayacağı intibaını veriyor ise de,  orta vadede hurda ile demir cevheri arasında yeni dengelerin  kurulabileceği, ark ocaklı tesislerde üretimin azalmasının ve entegre  tesislerin hurda kullanımlarının düşüş eğilimine girmesinin, yeni  dengelerin oluşmasına katkıda bulunabileceği değerlendiriliyor.

Hurda tüketen elektrik ark ocaklı tesislerin, girdi olarak hurda  yanında demir cevheri kullanımını mümkün kılacak teknolojilere yatırım  yapmalarında ciddi finansman boyutu yanında, çelik tesislerinin  bulunduğu sahalarda bu tür bir yatırımın ihtiyaç duyacağı büyüklükte  kullanıma uygun bir arazinin olup olmadığı hususu da önemli bir sorun  olarak ortaya çıkıyor. Dolayısıyla, bu alanda yapılacak yatırımlar, ilk  değerlendirmelerin aksine, kolay bir opsiyon olarak görünmüyor. Ayrıca,  ülkemizde doğalgaz ve enerji fiyatlarının yüksekliği de, hurdaya  alternatif yatırımları sınırlayıcı bir rol oynuyor. Esasen, Türkiye ile  benzer özelliğe sahip olan, üretiminin ortalama % 40 oranındaki kısmını  elektrik ark ocaklı tesislerde gerçekleştiren, bazı üye ülkelerde bu  oranın % 70’leri aştığı Avrupa Birliği’nde, bugüne kadar sözknonusu  cevher kullanımına dayalı sıcak metal üretim teknolojisinin  kullanılmadığı ve orta vadede de kullanılmasının öngörülmediği  biliniyor. Bu durum da, ark ocaklarında sıcak metal üretimine imkân  sağlayacak teknolojilerin, kolay bir alternatif olmadığını ve ciddi  yatırım maliyeti gerektirdiğini ortaya koyuyor.
Ancak bugün geldiğimiz noktada, dünya çelik sektöründe 8. sırada  bulunan Türk çelik sektörünün rekabet gücünü arttıracak tüm imkânları  değerlendireceğinden de şüphe edilmemesi gerekiyor. Bu arada, en az 500  milyon dolar seviyelerine kadar ulaşan sözkonusu yatırımların teşvik  kapsamında değerlendirilebilmesi için, AB ile aramızdaki Serbest Ticaret  Anlaşması’nın devlet yardımlarını kısıtlayan hükümlerinin gözden  geçirilmesi bekleniyor. Herhangi bir devlet desteği olmadan, bu  büyüklükteki yatırımların gerçekleştirilmesinin kolay olmayacağının da  kabul edilmesi gerekiyor.
Bugün geldiğimiz noktada, anakronik yaklaşımlarla, geçmişte yapılmış  olanları eleştirmek yerine, her yatırımı zamanın şartları içinde en  iyisini yapmayı hedefleyen mahiyeti de dikkate alınarak, geleceğe  yönelik, makûl, mantıklı, fizibilitesi olan ve devlet desteğine sahip  çözümler getirilmesine ve konuya, “geçmişin şartları içinde ne  yapılmışsa en iyisinin yapıldığı ve gelecekte de ne yapılacaksa en  iyisinin yapılacağı” anlayışı ile yaklaşılmasına ihtiyaç duyuluyor.
Dr. Veysel Yayan / TÇÜD Genel Sekreteri