Kendi çeliğimizin kullanımını teşvik etmemiz şart. Aksi halde bedeli  ağır olur” diyen Türkiye Çelik Üreticileri Derneği(TCÜD) Genel Sekreteri  Dr. Veysel Yayan, üretim yetersizliği ve baskın ithalatın kader  olmadığını söylüyor. Demir çelik sektörünün son 3 yıldır sıkıntılı bir  dönem yaşadığını, bütün dünya ülkelerinde kendi çelik sektörlerine  yönelik korumacı tedbirler alındığını ifade eden Yayan, ancak Türkiye’de  bu tedbirlerin alınmamasını eleştiriyor.  “Bıçak kemiği kesiyor, acil  eylem şart” diyen Yayan ile sektörün son 3 yılda yaşadıkları, yapılması  gerekenler ve sektörün kırgınlığı üzerine konuştuk.
Yılın ilk altı aylık dönemini değerlendirir misiniz?
Sektör 2000’li yıllarda çok hızlı bir gelişim gösterdi. Ancak 2012  yılından sonra bu gelişmenin eğilimi negatife dönüştü. Üretim ve ihracat  düşerken, ithalatta artış yaşandı. Bu yılın ilk altı ayında biraz  farklılaşma görüyoruz. Üretimdeki sürekli düşüş yerini mütevazı artışa  bıraktı.
İhracatımızdaki olağanüstü düşüş yerini miktar olarak geçen yılın  seviyelerini koruyan bir seyre, değer olarak ise yüzde 15.6 düşüşe  bıraktı. Bu yönüyle gerilemedeki kayıplar henüz telafi edilemedi.  Üretimde ise geçen yıl yüzde 7.4’lük bir düşüş vardı. 2016 yılının ilk  altı ayında, üretim artışı yüzde 3 düzeyinde. Ancak geçen senenin  kayıplarının yarısını bile telafi edebilmiş değiliz.
Ne oldu da sektörde her şey değişti?
Dünya çelik sektöründe atıl kapasite oluştu. 2016 yılı için kapasite  fazlalığı 827 milyon ton olarak hesaplanıyor. Bunun 498 milyon tonu  Çin’e ait. Ciddi kapasite fazlalığına rağmen, son iki yıl öncesine kadar  Çin büyük bir tehdit oluşturmuyordu. Üretim ve tüketimi dengeli bir  şekilde artıyordu. Ancak son iki yılda Çin’in tüketimi yavaşladı, sonra  da gerilemeye başladı. Çin’in tüketimindeki 1 puanlık gerileme 8 milyon  ton; 5 puanlık bir gerileme 40 milyon ton ihtiyaç fazlası çelik ürününün  uluslar arası piyasaya satılması anlamına geliyor. Çin’de 2015 yılında 5  puanlık gerileme vardı. Üretiminde ise aynı seviyede gerileme olmadı ve  30 milyon tonun üzerindeki ilave ihtiyaç fazlası üretim dünya  pazarlarına arz edildi. Çin, 112 milyon ton ihracat yaptı. Çinililer bu  ihracatı normal yöntemle yapmadılar. . fiyatları çok keskin düşürerek  yaptılar. Çin’deki çelik sektörünün yüzde 50’si devlete, yüzde 50’si  özel sektöre ait. Özel sektör dedikleri ise mahalli idareler. Mahalli  idareler de aslında kamu kesiminin bir parçası konumunda. Bu nedenle Çin  çelik sektörünün serbest piyasa ekonomisi şartlarında çalıştığını  söylemek mümkün değil.
Çin’de çelik sektörü çok ciddi bir istihdam alanı. Bu avantajı  itibariyle zarar etseler dahi üretim faaliyetlerini devam ettirmeleri  için sektör kuruluşlarına çok yönlü destek veriliyor.
Örneğin; bizde 5 milyon tonluk bir tesiste 3-4 bin kişi çalışırken,  Çin’de aynı kapasitedeki bir tesiste 15-20 bin kişi çalışabiliyor.  Sektör kuruluşları âdeta bir sosyal güvenlik kuruluşu gibi çalışıyor.  Zarar etseler de mahalli idareler ve merkezi yönetim tarafından  destekleniyor.
Tüketim daralınca, Çinli çelik üreticileri iç piyasayı satamadıkları  ürünleri stoklayamadıkları için, keskin bir rekabetle dünya piyasalarına  sürdüler. Bu durum dünya piyasalarındaki diğer üreticileri sıkıntıya  sokmaya başladı.
Dünyadaki kapasite/arz fazlalıkları ve bunun sonucunda büyüyen  dampingli ihracatın yarattığı tahribat, sektörümüzün göstergelerini  olumsuz yönde etkiledi. Başta büyük çelik tüketicisi ülkeler olmak  üzere, tüm dünyada dampingli ithalata karşı alınan önlemlerin, son  dönemde hızla arttığı ve tüm ülkelerin pazarlarını koruma yarışına  girdiklerini gözlüyoruz. 2015 yılı tüm dünyada sektörün dampingli çelik  ürünleri ithalatından en fazla zarar gördüğü yıl olarak geride kalmış  bulunuyor. Dünyada kapılar birbiri ardına dampingli çelik ürünlerine  kapatılırken, Türkiye piyasasının açık konumunu sürdürmesi, üretici  kuruluşlarımızın karşı karşıya kaldıkları zararın derinleşmesine neden  oluyor. Brezilya’nın Rusya menşeli HRC ithalatına karşı anti-damping  soruşturması açması üzerine Rus üreticilerin, ‘Zaten Brezilya’ya 2015  yılında toplamda 86.000 ton HRC ihracatı yaptıklarını; Brezilya’nın  açtığı önlemin kendileri için çok büyük bir problem teşkil etmeyeceğini,  bu miktarı rahatlıkla “geleneksel” pazarlarına yönelterek telafi  edebileceklerini’ açıkladıkları biliniyor. Rus üreticiler için en iyi ve  en yakın geleneksel pazarın Türkiye olduğunun unutulmaması gerekiyor.  Türkiye yassı ürünlerde AB ve Ukrayna’nın açık ara en büyük pazarı  konumunda bulunuyor. Bu arada, Çin’in Türkiye’ye yönelik ihracatı da  katlanarak artmaya devam ediyor. Çin, Rusya ve Ukrayna gibi büyük çelik  ihracatçısı ülkeler, Türkiye’yi her şekilde satış yapabilecekleri açık  bir pazar olarak görüyor.
Türkiye ve dünya genelinde artan dampingli çelik ihracatı ve bunun  oluşturduğu tahribat, ülkemizde ve tüm dünyada gözleniyor. Dünyada  yaygınlaşan dampingli ve devlet destekli ihracat uygulamaları  neticesinde, İngiltere’nin köklü çelik üreticileri SSI ve Tata Steel  iflas etmiş, İtalya’da yerleşik Ilva tesisi satışa çıkartılmış, ABD’de  yerleşik Essar Steel Minessota iflas başvurusunda bulunmuş, diğer  entegre çelik üreticileri AK Steel ve US Steel zarar açıklamış  bulunuyor. Dünyanın önde gelen demir cevheri üreticisi ve  ihracatçılarından Brezilya’da yerleşik Usiminas’ın da iflas açıkladığı  biliniyor. Dünya çelik sektörü, Güney Kore’de yerleşik Posco’nun dahi,  tarihinde ilk kez zarar açıkladığı son derece zor bir dönemden geçiyor.  Bu dönemde çelik üretim kapasitesine sahip tüm ülkeler, stratejik önem  atfettikleri çelik sektörlerini korumak için olağanüstü tedbirler  alıyor. Dünya genelinde uygulamaya aktarılan koruma tedbirleri inanılmaz  bir hızda artış göstermeye devam ediyor.  
Son olarak ABD’nin, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 7 ülkeye  sıcak haddelenmiş sac ürünleri ithalatı için almış oluğu damping ve  telafi edici işlem vergisi kararları, Türkiye’nin benzeri tedbirleri  alma konusunda daha fazla hareketsiz kalmaması gerektiğini açıkça ortaya  koyuyor.
Bizim sektörümüzün aslında jeopolitik konumu itibariyle avantajlı bir yapısı var.
Ortadoğu, Körfez, Kuzey Afrika ülkelerine yakınız. Güveniliriz, kısa  sürede teslim avantajımız var. Ama bunlar bir yere kadar. Çok ciddi  fiyat farkları olduğunda; geleneksel alıcılarınız da diğer daha uygun  fiyat veren yerden alım yapmayı tercih ediyor. Çünkü aradaki fark 100  dolara kadar çıkabiliyor.
Peki; biz niye Çin’e karşı tedbir almadık?
Bunu anlamakta biz de zorluk çekiyoruz. Bize verilen cevap, “Tüketici  sektörler nasıl bir tepki verecek, görelim ” şeklinde oluyor. ABD ve  AB’nin Türkiye’den çok daha büyük tüketici sektörleri var. Ama buna  rağmen bu pazarlarda korumacı tedbirler alındı. Bizim yassı ürün  üretiminde kapasite kullanım oranımız yüzde 50’lere dahi gelmiş değil.  Sanayi sektörleri çelik ürünlerini daha fazla talep ediyor. İlgili  otoritelerimiz, binbir dereden su getiriyorlar. Şimdi bunlar gerçekçi  değil.
Endüstriyel faaliyetlerini kendi çeliğine dayalı olarak yürütemeyen  hiçbir ülke, dünya piyasalarında kalıcı, sürdürülebilir bir sınai yapı  oluşturamaz. Bizim kendi çeliğimizin kullanımını teşvik etmemiz  gerekiyor. Çelik sektörünün olmadığı bir durumun bedelini gelecekte çok  ağır ödersiniz.
Avrupa Birliği, Güney Kore, Japonya çelik sektörünü stratejik sektör  olarak kabul ediyor. Biz de sözlü bir şekilde stratejik sektör olarak  ifade ediyoruz ama bu durum icraata yansımıyor. 3 yıldır yaşananları  şaşkınla izliyoruz ve anlamakta zorlanıyoruz. Ekonomi yönetiminin bu  konuda yavaş davranmasına anlam veremiyoruz.
Bu üç yılın sektörde yarattığı kaybın faturası nedir?
Değer olarak kesin bir rakam söylemek spekülatif olabilir.  Biz 3,5  yıl önce 36 milyon ton üretim yapmıştık. 2011-20012 yıllarında, dünyada  çelik üretiminde en hızlı artış gösteren ülkeler arasındaydık.  Sonrasında ise, üretimi en fazla azalış gösteren ülkeler arasına girdik.  2000-2012 yılları arasında 12 yıllık dönemde, Çin ve Hindistan ile  birlikte dünyanın en hızlı büyüyen 3 ülkesi arasında yer alıyorduk. Biz  2023 hedefi olarak, 55 milyar dolar ihracat ve 70 milyon ton üretim  öngörüyorduk. Bu hedefe ulaşabilmemiz için her yıl yüzde 7-8 bandında  büyümemiz gerekiyordu. Son üç yıl içerisinde üretimde 3.6 milyon ton  azalışla 31.5 milyon tona geriledik. Oysa üretimimizin 2023 hedefleri  doğrultusunda 45 milyon ton olması gerekiyordu. Böyle olunca, uç  ürünlere yönelik, yassı ürünlere ve katma değeri yüksek ürünlerin  üretimine yönelmek isteyen firmalarımız beklemeye girdi. Yatırımlarını  tamamlayanlar ise düşük kapasitelerde çalışıyorlar.
İthalatta ciddi artış var. 2012 yılında 17.1 milyar $ ihracat  yapmıştık. 2015 yılında bu rakam 11.8 milyar dolara geriledi ve daha da  gerileyecek. Bu yıl Temmuz sonu itibariyle % 18 oranında gerileme var.  Yılsonu ihracat rakamlarımız 10 milyar doların altına inebilir. Oysa ki,  2016 yılında ihracatımızı 25 milyar dolara çıkarmayı hedefliyorduk.  2011 yılında 10.7 milyon ton ithalat ise 2015 yılında 19.1 milyon tona  yükseldi. Yurtiçi tüketiminin yüzde 56’sını ithalat ile karşılar hale  geldik. Bu sürdürülebilir değil. Çelik; inşaat ve sanayinin temel  girdisi durumunda. Bunu ülkenizde üretemezseniz, bir daha bu alana kimse  yatırım yapmaz. Bugüne kadar sektörde yatırımlar devlet desteği olmadan  yapılmıştır. Maalesef çelik sektörünün kendi imkânlarıyla ayakta  kalmasının taşıdığı önemin farkında değiliz.
Çevre açısından AB standartlarını büyük ölçüde yakaladık. Bunların  bize bir maliyeti var. Devletten yardım almadan bunu yaptık. Ama  uluslararası piyasada yıkıcı bir üslupla rekabet yapan ülkelerle rekabet  etmekte zorlanıyoruz. Bu ülkeler bu standartlarda üretim yapmadıkları  gibi devlet desteği de alıyorlar.
Diğer ülkelerde olduğu gibi, bizim Ülkemizde bu haksız rekabete karşı  koruma tedbirleri alamaz ise, üretimimiz düşmeye devam ederse,  kapasitemiz düşerse ve yurtiçi talebi ithalat ile karşılar isek, bunun  ödemeler dengesi üzerindeki olumsuz etkileri daha da derinleşir. Aynı  zamanda, diğer sanayi sektörlerini de tahrip eder.
Böyle giderse çelik sanayii kademeli bir şekilde erimeye başlar.  Sektörün mevcudiyetini sürdürebilmesi için sürekli olarak yatırım  yapması gerekir. Ancak kâr elde ederseniz yenileme yatırımı  yapabilirsiniz. Eğer su seviyesinde veya altında faaliyetlerinize devam  eder, başka bir ifade ile % 8-10’un altında kârlılık ile  faaliyetlerinizi sürdürür iseniz, bir süre sonra rekabet gücünüzü  kaybedersiniz. Belki bir kaç yıl devam edebilirsiniz. Çok düşük kârlar  ile bu iş sürdürülemez. Buna yönelik AB de, üye ülkelerinde çelik  sektörüne destek verebilmek için acil eylem planı açıkladı. 
-Bizim bir çelik acil eylem planımız yok mu? Ya da strateji belgemiz yok mu?
Var. Söylemlerimiz var ama eylemimiz  yok. Hazırlıyoruz ve bunları destekliyoruz ama bunlar irade eksikliği  nedeniyle hayata geçmiyor. Artık bıçak kemiği kesiyor. 
-Bu durum yurtiçinde kimin işine yarıyor?
Günü kurtarmak isteyenlerin işine yarıyor. Katma değeri düşük  kullanıcıların işine yarıyor. Bunlar sayıları çok fazla olduğu için  ekonomide karar verici mekanizmalar üzerine baskı oluşturuyor.
Biz ya sanayimizin bir bütün olarak faaliyetlerini sürdürmesini  sağlayacağız ya da taşeron bir ülke olacağız. Taşeronlaşma kesinlikle  makul ve sürdürülebilir bir çözüm olamaz.
-Bu tarz dönemler yabancı sermayeli şirketler için fırsattır. Burada tesis ortaklığı ve yatırım yapmayı düşünüyorlar mı?
Böyle bir eğilim yok. Sektörde inişler ve çıkışlar var. Ekonominin  bütünlük içerisinde, paydaşların bir zincirin halkaları gibi birbirine  destek olduğu bir yapıya oturtulması lâzım. Japonya ve Kore bunu  yapıyor.
Koreliler, Türkiye’de 3. Köprüyü yaptılar. 3. Köprünün çeliği bile  Kore’den geldi. Koreli üstlenici, bunu Türkiye’deki taşeron kuruluşlara  zorunlu kıldı. İthalat konusunda pek çok ülkenin, liberal ülkelerin dahi  tavırları budur. ABD’nin onda biri kadar sektörü koruyabilsek, % 520  oranında uyguladıkları vergiyi % 50-60 oranında uygulasak bize yeter ama  bizde en ufak bir hareket yok.
Sektörün istihdamı hakkında biraz bilgi verir misiniz?
Bizim tesislerimizde sektörün doğrudan  istihdamı 40 bin ama dolaylı olarak sektör 200 bin kişiye istihdam  sağlıyor.  Sektörde tam bir yangın yeri durumu var. 19 yıldır  sektördeyim böyle bir durum görmedim. İthalatın yüzde 40 arttığı bir  ortamda,  İthalat Rejimi çıkmış bakıyoruz, taleplerimiz hiç dikkate  alınmamış ve eski rejimin virgülüne dahi dokunulmamış. Aynen devam  dediler.  Bu olacak şey mi?
Siz bu konuda bir rapor sundunuz mu?
Haftada bir ilgili kurumlara gittik. Her seviyede anlattık. Böyle  gitmeyeceğini ümit etmek istiyoruz. Aksini anlamakta güçlük çekiyoruz.   Ekonomi Bakanlığı sektörün zarar görmesine izin verilmeyeceğine dair  bir açıklama yaptı, ama biz açıklama değil icraat bekliyoruz. Açıklama  noktasını geçtik.
2023 yılı hedeflerde revizyona gidilecek mi?
Hedefler çöktü. Sektörün korunması  konusunda bu kadar duyarsız kalınacağını düşünememiştik.  Ekonomik  uygulamalardan sorumlu birimlerin ne tür bir politika belirleyeceğini  bilmiyoruz. Bu nedenle hedef belirleyemiyoruz. Hedeflerden uzaklaşmaya  devam ediyoruz. Bu durum istihdam anlamında daralmayı beraberinde  getirir. Bugün 3 vardiya çalışan bazı fabrikalarımız tek vardiyaya inmiş  durumdalar. Türkiye’nin tüketimi rahatlıkla yurtiçi üretimle  karşılanabilir. Üretimin yetersiz kalması, ithalatın baskın olması,  kader gibi kabul ediliyor. Bunu anlamakta zorlanıyoruz. 
Sektöre can suyu vermek için yapılması gereken 5 başlık nedir?
Birincisi haksız rekabete karşı koruma  tedbirlerinin alınmasını istiyoruz. Damping ve telafi edici işlem  vergileri mekanizmalarının uygulamaya aktarılmasını bekliyoruz.
İkincisi AB ile aramızdaki devlet yardımlarını yasaklayan ve Türkiye’yi  AB üreticileri karşısında korumasız bırakan STA’nın revize edilmesini  istiyoruz
Üçüncüsü katma değeri yüksek üretime ve teknolojik dönüşüme  odaklanılacak yatırımlara teşvik verilmeli. Dördüncüsü Türkiye’ye  kalitesiz ürün ithalatını engelleyecek tedbirlerin alınmalı. Beşincisi  de katma değer vergisinin düşürülmeli.
Eklemek istedikleriniz...
Sektör, devletten destek almadan kendi  finansmanı ile faaliyetlerine devam etti. Kendi ayakları üzerinde  durdu. Eximbank faaliyetlerinin sektöre öncelik verilmesi gerekiyor.