Şamil Özoğul… Türk sanayisinin  yetiştirdiği başarılı işadamlarımızdan birisi… UKUB – Ulusal Kalıp  Üreticileri Birliği Yönetim Kurulu Başkanlığı ve aynı zamanda aile  şirketleri olan Tekiş Kalıp’ın Genel Müdür Yardımcılığı görevlerini  yürütüyor. 1973 yılında İstanbul’da doğan Özoğul, Yıldız Teknik  Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü mezunu… Sanayicilikle olan  tanışıklığı ise çocukluk yıllarına dayanıyor. Makine Yüksek Mühendisi  olan babasının kurduğu Tekiş Kalıp’ta çıraklık yaparak sektöre adım attı  ve firmanın birçok kademesinde görev yaparak bugünlere geldi. 2008  yılında da UKUB Yönetim Kurulu Başkanlığı’na seçildi. Yaklaşık beş  yıldır bu görevini başarıyla sürdüren Şamil Özoğul’u ofisinde ziyaret  ederek kendisiyle bir söyleşi gerçekleştirdik. 
UKUB’un kuruluş aşaması ve amaçlarına kısaca değindikten sonra sizin göreve geliş sürecinizi bizimle paylaşır mısınız?Birliğimiz,  ilk olarak 2002 yılında “Uluslararası Kalıp Üreticileri Birliği” adı  altında Bursa’da kurulmuş. Bursa; kalıp sektörünün ve hedef sektörlerin  yoğunlaştığı bir il olduğu için o dönemde merkez olarak tercih edilmiş.  2008 yılında biz göreve geldiğimizde Birliğin 78 üyesi vardı. Ekonomik  açıdan zor durumdaydı ve kendi kendini çeviremiyordu. Kurucu Başkanımız  ve aynı zamanda Ermetal Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı ve eski  Milletvekili Fahrettin Gülener; UKUB’u kurduktan sonra işlerinin  yoğunluğu nedeniyle aktif görevden uzak kalmış. Fakat sonraki yıllarda  gerek sektördeki olumlu gelişmeler, gerekse de birliğin yeterli başarıyı  sağlayamaması nedeniyle UKUB’a yeniden el attı ve bizim gibi birçok  genç arkadaşı UKUB’da görev almaya davet etti. “Bu birliği hep birlikte  ayağa kaldıracağız” dedi. Biz de davete icabet ettik ve bir süre  kendisiyle birlikte çalışmalarımızı sürdürdük. Sonrasında ise kendileri  yönetimi bizlere devretti. Yaklaşık beş yıldır çok küçük değişikliklerin  dışında aynı yönetimle yola devam ediyoruz. Şu anda Yönetim Kurulumuzda  benimle birlikte Levent Ganiyusufoğlu (Korkmaz Çelik), Ahmet Koç  (Alseko Metal), Ahmet Kuru (Standart Kalıp), Ayhan Demirkol (ATS  Modsan), Cüneyt Özumar (B Plas) ve Cem Güray Erel (Cemerel Kalıp) görev  yapıyor. Yönetim kadromuz, sektörümüzün tecrübeli ve gelecek vadeden  isimlerden oluşuyor.

Siz göreve geldikten sonra neler yaptınız, hangi projeleri hayata geçirdiniz? 78  üye ile devraldığımız birliğin bugün 212 üyesi bulunuyor. Bu rakam,  bizim doğru işler yaptığımızı gösteriyor. UKUB’a sonradan katılan  üyelerin birçoğu sektörün en önde gelen firmaları… Geçmişte kurucuların  dışında nerdeyse İstanbul’dan üye yoktu. Bizim dönemimizde aklınıza  gelebilecek büyük kalıp firmalarının neredeyse tamamı üye oldu. Hem de  hiçbir firmaya üyelik konusunda baskı yapmadık, telkinlerde bulunmadık.  Herkes, gönüllü olarak birliğe katıldı. Çünkü göreve ilk geldiğimizde  bir karar aldık: “Bizim için nicelik değil nitelik önemli olacak” dedik.  Bu doğrultuda çalışmalarımıza başlayalım, niteliği artıralım ve bir  değer yaratalım istedik. Ondan sonra katılımların olacağını ve sektörün  bizlere destek vereceğini biliyorduk. Öyle de yaptık ve UKUB’u tüm  yönleriyle ele aldık, var olan yanlış uygulamaları düzelttik, yeni  stratejiler belirledik ve yeni bir yapılanmaya gittik. Üye aidatlarına  bağımlı olmadan, kendi kendine yetebilecek bir yapı oluşturmayı  amaçladık.
 Ulusal Kalıp Üreticileri İktisadi İşletmesi’nin kuruluşu…
Ulusal Kalıp Üreticileri İktisadi İşletmesi’nin kuruluşu… Öncelikle  bir kaynak yaratmak istedik. Sadece üyelerimizden toplayacağımız  aidatlarla hedeflerimize ulaşamayacağımızı, projelerimizi hayata  geçiremeyeceğimizi biliyorduk. Bize kaynak sağlayacak bir proje  üretmeliydik. İlk olarak sektörümüzü, faaliyetlerimizi anlatan bir yayın  organımız olması gerekiyordu. Bunun üzerine “Basmakalıp” adını  verdiğimiz bir bülten çıkarttık. Bu bülteni üç aylık periyotlarla  çıkarmaya başladık. Başta Yönetim Kurulu Üyeleri’nin firmaları olmak  üzere sektördeki firmalardan bültende yayınlamak üzere reklamlar almaya  başladık. Sonrasında sponsorluk sistemi geliştirelim dedik.  Faaliyetlerimize maddi destek alabilmek için sponsorlar aramaya  başladık. Birkaç kategori belirledik, bir sponsorluk sözleşmesi  oluşturduk. Bunu üyelerimizle paylaştık ve birkaç firma ile sponsorluk  anlaşması imzaladık. Sonrasında TÜYAP ile hem kendi düzenleyeceğimiz  fuarlar ile ilgili hem de gerçekleştireceğimiz faaliyetlerle ilgili  sponsorluk anlaşması yaptık. Bunlar bizim çalışmalarımıza biraz olsun  altyapı oluşturdu. Bu girişimlerle kasamızı eksiden artıya geçirmeyi  başardık. Bu hizmetleri vermeye başlayınca iktisadi işletme ihtiyacımız  ortaya çıktı. Bunun üzerine iktisadi işletme kurma kararı aldık ve  Ulusal Kalıp Üreticileri İktisadi İşletmesi’ni kurduk. 
“Verdiğimiz  eğitimlerle 90 işsiz kadını plastik enjeksiyon operatörü, 90 işsiz  erkeği de CNC tezgah operatörü olarak yetiştirdik.”İktisadi  işletmeyi kurduktan sonra işlerimiz oldukça kolaylaştı. Daha sonra  Kalkınma Ajansları, KOSGEB gibi kuruluşlardan hazırlayacağımız projelere  maddi destekler bulabilir miyiz diye çalışmalar yürüttük. Kendi  içimizde bir proje ekibi oluşturduk. Bu proje ekibiyle hangi konularda  proje yazabiliriz diye araştırmalar yaptık. Uludağ Üniversitesi ile  birlikte Avrupa Birliği’ne proje hazırladık. Yine KOSGEB’e ve Kalkınma  Ajanslarına projeler hazırladık. Bu projelerin hemen hemen tamamına  gerekli destekleri aldık. Bu desteklenen projeler kapsamında çok önemli  cihazlar, yazılımlar aldık. Personel istihdamı sağladık, araç kiraladık.  Bu şekilde kurumsal bir yapı oluşturduk. Bizim hayata geçirdiğimiz en  önemli proje; bizden önceki yönetimin başlatmış olduğu yedinci çerçeve  dahilinde Avrupa Birliği’nden destek aldığımız Kullan Kazan (K2)  Projesi’dir. Uludağ Üniversitesi ile birlikte yürüttüğümüz proje ile 90  kadın 90 erkek, toplamda 180 işsiz vatandaşa gerekli eğitimleri verdik.  90 işsiz kadını plastik enjeksiyon operatörü olarak yetiştirdik. 90  işsiz erkeği de CNC tezgah operatörü olarak yetiştirdik. Bu eğitimlerin  tamamı Uludağ Üniversitesi’nin bünyesinde verildi. Eğitimlerin  verileceği tezgahlar Uludağ Üniversitesi’nde yoktu. Avrupa Birliği’nden  aldığımız destekle bu tezgahları satın aldık. Onları Uludağ Üniversitesi  laboratuvarına yerleştirdik ve bütün eğitimler orada verildi. Proje  bittiğinde %99 istihdam sağlandı. Proje kapsamında satın aldığımız  makinaların tamamını da Uludağ Üniversitesi’ne bağışladık. Böylece orada  bir makine laboratuvarı oluştu. 
“Kalıp sektörü gelişmiş ülkeleri inceledik ve başarıya ‘kümelenme’ modeliyle ulaştıklarını gördük.”İşe  yarayan, topluma ve sektöre fayda sağlayan bir projeyi hayata geçirmiş  olduk. Bu proje bittikten sonra BEBKA’ya proje (“Tersine Mühendislik  Merkezi” ) yazdık. Bizim nihai amacımız tabii ki sektörün gelişmesini  sağlamak adına Türkiye’de kalıpçılık sektöründe faaliyet gösteren kurum  ve kişileri tek çatı altında toplayıp, toplu hareket ederek sektörün  sorunlarını dile getirerek bunları aşmaktı. İlk olarak yurtdışına  baktığımızda kalıpçılık sektörü gelişmiş ülkeler hangileri, onları  araştırdık. Bunlar; sektörlerini geliştirmek için neler yapmış,  sektörlerini nasıl yapılandırmışlar, bunları inceledik. Sonuçta  Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yoktu. Başarılı modelleri alıp  uygulamaya karar verdik. İtalya, Portekiz, Almanya, Güney Kore gibi  ülkeleri mercek altına aldık ve karşımıza basit ama önemli bir sonuç  çıktı: “Kümelenme…” Ortak kullanım mantığı içerisinde sanayinin yoğun  olduğu bölgelere küçük sanayi siteleri kurmuşlar. 

“Kümelenme modeli, firmaların rekabet gücünü artırıyor.”Temel  mantık şu; diyelim Çerkezköy’de yoğun beyaz eşya sanayi var ve firmalar  orada bir araya gelmiş, üretim yapıyorlar. Sonuç itibariyle beyaz  eşyaya yönelik sac kalıbı, plastik kalıbı üretecek kalıpçılara ihtiyaç  doğuyor o bölgede… O bölgeye yönelik bir fizibilite çalışması yapılıyor,  bölgedeki sanayicilerin ihtiyaç duydukları kalıbın çeşidi, miktarı  araştırılıyor. Daha sonra o bölgenin ihtiyacını karşılayacak kadar  firmayı bir araya getiriyorlar. Bunu yaparken ortak kullanacakları bir  teknoloji merkezi, kalıp deneme merkezi, ölçüm merkezi kuruyorlar.  Dolayısıyla her firma ayrı ayrı bu kalemlere yatırım yapmak zorunda  kalmıyor. Bunların dışında çok sık kullanılmayan fakat olmazsa olmaz  tezgâhları da yine ortaklaşa alıp, ortak kullanıma sunuyorlar. Bu sayede  alınan bu tezgahları tüm firmalar kullanabiliyor ve tezgahtan daha  fazla verim elde ediliyor. Bununla birlikte herkes ayrı ayrı teknik  personel istihdam etmek zorunda kalmıyor. Bu tezgahlara ayrı ayrı  yazılım almak zorunda kalmıyor. Atölyesinde bu ekstrem tezgahlara yer  ayırmak zorunda kalmıyor… Açıkçası kümelenme yönteminin avantajları  saymakla bitmiyor. 
Bu tür alanlara tek başına yatırım yapmak  zorunda kalmayan firmaların rekabet gücü artıyor ve işletme sermayesi  açısından güçlü kalmayı başarıyorlar. Sonuç itibariyle yatırımcı  kazanıyor, orada üretim yapan, kalıp kullanan sanayici kazanıyor. Çünkü  daha ucuza, daha kaliteli kalıp temin ediyor. Kalıp yanı başında  üretiliyor. Hiç değilse kalıba müdahale etmesi, tamir etmesi, bakım  yapması daha kolay hale geliyor. Kendi bünyesi içinde bir bakım ünitesi  kurmasına gerek kalmıyor. Ana sanayinin ve yan sanayinin kendi içinde  işletme ve yatırım maliyetlerini düşürüyor. Yani basit bir uygulama  aslında ama Türkiye’de yapılmamış. Portekiz, İspanya, Fransa, Almanya ve  G.Kore gibi ülkelerde yapılmış. Bugün Türkiye’de faaliyet gösteren G.  Koreli otomotiv firmalarının çok büyük kısmı G. Kore’den kalıp satın  alıyor. Çok kısa sürede, istedikleri kalitede kalıp tedarik  edebiliyorlar.
 Peki, siz UKUB olarak Türkiye’de böyle bir çalışma başlatabildiniz mi?
Peki, siz UKUB olarak Türkiye’de böyle bir çalışma başlatabildiniz mi?UKUB  Yönetim Kurulu olarak bu ülkelere gittik ve uygulamaları yerinde  gördük, detaylı incelemeler yaptık. Burada hassas bir konuya da değinmek  istiyorum: Bu inceleme – araştırma gezilerine katılan arkadaşlarımızın  tamamı masrafları kendi ceplerinden karşıladılar ve UKUB’a yük  olmadılar. Çünkü herkes sektörün gelişimine katkı sağlamayı yürekten  istiyor ve elinden geleni yapıyor. Sorunuza dönecek olursak; bu modeli  inceledikten sonra proje faaliyetlerimizi ve eğitim faaliyetlerimizi  başlattık. Ayrı ayrı bu çalışmaları planlayıp yürütüyoruz. Arkamızda  kalıcı bir çalışma bırakmak istiyoruz. İlk etapta “Kalıpçılar Vadisi”  adını verdiğimiz, Yalova Kalıpçılar Vadisi İhtisas Organize Sanayi  Bölgesi’ni kurmak ve Türk kalıp sektörünün gelişimine katkı sağlamak  istiyoruz. Yönetime geldiğimizden beri yaptığımız plan ve projeler ile  de bunu hayata geçirmeye çalışıyoruz. 
 Kalıpçılar  Vadisi’nin kurulacağı yerle ilgili birçok spekülasyon var ve sürekli  farklı yerler konuşuluyor. Kalıpçılar Vadisi’ni nereye kurmayı  planlıyorsunuz?
Kalıpçılar  Vadisi’nin kurulacağı yerle ilgili birçok spekülasyon var ve sürekli  farklı yerler konuşuluyor. Kalıpçılar Vadisi’ni nereye kurmayı  planlıyorsunuz?İstanbul, Adapazarı ve Bursa üçgeni,  Türkiye’nin kalıp tüketiminin en yoğun olduğu bölge… Bu nedenle  arayışımızı bu üçgenin sınırları içerisinde başlatmayı uygun gördük.  Bursa Belediyesi ile görüştük; İstanbul, Orhangazi ve Gebze’de çeşitli  görüşmeler ve araştırmalar yaptık. Hem şahıs arazilerini hem de kamu  arazilerini inceledik. Gezdiğimiz yerler arasında ortak nokta olması  açısından en uygun yer Orhangazi gibi gözüküyordu... Fakat sonrasında  Yalova Valisini ziyaret ettik, amacımızı anlattık. Uygun yerleri gezdik…  Bundan 10- 12 yıl önce kurulmuş bir Bilişim İhtisas OSB’nin arazisi  olduğundan bahsedildi. Yaklaşık 340 dönümlük bir arazi. Proje  tamamlanamadığı için arazi boşa çıkmış. Yapmış olduğumuz incelemede  70-80 kalıp firmasının yatırım yapabileceği, şartlarımıza uygun olduğu  kanaatine vardık. Prosedüre uygun bir şekilde başvurumuzu yaptık,  fizibilite raporlarımızı sunduk. Sonuç itibariyle bütün meclislerden  olumlu karar çıktı. Kalıp Üreticileri Birliği olarak Bilişim İhtisas  OSB’nin, Yalova Kalıpçılar Vadisi İhtisas OSB adıyla bizlere tahsis  edilmesi yönündeki başvurumuz kabul edildi ve Yalova Kalıpçılar Vadisi  İhtisas OSB müteşebbis oluşturuldu. 15 kişiden oluşan müteşebbis heyetin  % 82’ye tekabül eden 12 kişisi UKUB tarafından temsil ediliyor. OSB  kurulum çalışmalarının hızla yürütülmesini sağlamak amacıyla müteşebbis  heyeti başkanlığına Yalova Valisi Sayın Esengül Civelek Hanımefendi  iştirak etti. Çalışmalarımızı planladığımız şekilde yürüterek projeyi  2016 yılı sonunda bitirmeyi hedefliyoruz. 
“Kalıpçılar Vadisi’nde kümelenme modelini hayata geçireceğiz.”Oradaki  kurgu şu şekilde; 71 parsel olarak, her firma 2000 m² oturma alanına  sahip işletme kurabilecek. Bunun dışında sosyal tesisler, 50- 100 m²’lik  atölyeler olacak, küçük tedarikçiler, tasarım ofisleri veya kalıp  malzemesi satan küçük firmalar olabilecek. Yani sektörün ihtiyaç duyduğu  her türlü yan sanayi yer alacak. Kalıpçılar Vadisi’ni kendi kendine  yeten bir merkez haline getireceğiz. Tabii buradaki en önemli projemiz  “ortak kullanım alanı” olacak. Kalıpçılar Vadisi’nin ortasında yaklaşık  30 dönümlük bir alan ortak kullanım alanı olarak kullanılacak. Kalıp  Teknolojileri Ar-Ge Merkezi, Kalıp Deneneme Test Merkezi, Analiz, Ölçüm  Laboratuarlarının da içinde bulunacağı Ortak Kullanım ve Teknoloji  Merkezleri kurulacak. Bununla birlikte sektörün nitelikli personel  ihtiyacını karşılamak için bir çıraklık eğitim merkezi kurulacak.  Dolayısıyla orta öğretim seviyesinde eğitim veren endüstriyel kalıpçılık  bölümü ihtiyacı da doğacak. Bunun için yeni bir teknik meslek lisesi  kurmaktansa OSB’in çok yakınında tersanecilerin kurmuş olduğu bir meslek  lisesini ortak kullanma yoluna gidebiliriz. Okul, doluluk oranı  kapasitenin oldukça altında, okulda endüstriyel kalıpçılık bölümü  açılması için girişimlerde bulunmak amacımıza ulaşmamızı  hızlandıracaktır. 

Türk  kalıp sektörünün geçmişi ve gelişimi hakkında neler düşünüyorsunuz? Şu  anda gelişmiş ülkelerle rekabet edecek düzeyde olduğumuzu düşünüyor  musunuz? Türkiye’de çoğu sektörde olduğu gibi  kalıpçılıkta da gelişim ustaçırak ilişkisi içerisinde olmuş. Merdiven  altı olarak tabir edebileceğimiz yapılar içerisinde, çıraklıktan  kalfalığa, kalfalıktan ustalığa bilimsel bilginin olmadığı, hiçbir  teknolojinin kullanılmadığı ve tamamen zanaata dayalı, el melekesine  dayalı bir süreç içerisinde gelişmiş. Ülkemizde kalıpçılık bu şekilde  başlamış ama teknolojinin gelişmesiyle birlikte bizim kalıpçılarımız da  yavaş yavaş bu duruma ayak uydurmayı başarmış ve sektör bugünlere kadar  gelmiş. Fakat kalıp sektörünün daha çok gelişmiş olduğu ülkelere  baktığımızda müthiş yazılımlar, bilgisayarlar, çok hızlı CNC tezgahlar  kullanıldığını görüyoruz. Teknolojinin her türlü nimetlerinden  faydalanıyorlar. Ülkemizde bazı şeyler halen el yordamıyla yapılmaya  çalışılıyor. Çok eski yıllarda kalıp üretim sürecinin içerisinde yüzde  80-90 el melekesi gerektiren işler varken; yüzde 10 da makine  teknolojisi gerektiren durumlar vardı. Bu durum günümüzde tam tersine  döndü. Artık el işçiliği gerektiren durumlar minimum seviyelere  geriledi. Günümüzde gelişmiş tezgahlara, yazılımlara ve gerekli  know-how’a ihtiyaç duyuluyor. Bunlara sahipseniz, global pazarlarda  rekabet imkanına sahip olabilirsiniz. 
Türkiye’de her alanda  olduğu gibi bu süreç de geriden işliyor. Ülke olarak teknolojik  gelişimimiz sürüyor fakat Avrupa’daki kadar hızlı gelişmiyor. Avrupalı  üreticilerle rekabet edebilen firmalarımız tabi ki var fakat sayıları  yüzde 5 – 10 civarında… Diğerleri değişen oranlarda insanların  ustalığına ve el melekelerine dayalı üretim yapıyorlar. Bu mantıkta  tabii ki kişiye bağlısın. Planlanabilir bir maliyet olamaz. Böyle bir  ortamda planlama yapmanız mümkün değil. Planlama yapamazsanız da  maliyetleri kontrol altında tutmanız ve rekabetçi olmanız mümkün değil.  Geride ve güvenilmez bir sektör olarak kalırsınız. 
Türkiye’de  gelişen ve her geçen yıl büyüyen bir otomotiv sektörü var? Otomotiv  sektörünün kalıp ihtiyacını yurt içinden karşılayabiliyor muyuz?Dediğiniz  gibi ülkemizde otomotiv sektörü hızla büyüyor fakat bu sektöre kalıp  üretecek, onların ihtiyaçlarına cevap verebilecek düzeyde bir kalıp  sektörüne sahip değiliz. Dolayısıyla otomotiv sektörü kalıp ihtiyacını  öncelikle Avrupa ülkelerinden tedarik etmeye başladı. Sonrasında ise  maliyetlerin artması ve kar marjlarının azalmasıyla Uzakdoğu’ya yöneldi.  Çin’den ve G. Kore’den çok yüksek miktarlarda kalıplar gelmeye başladı.  Bu ülkelerle olan zaman ve mesafe sıkıntısı baş gösterince gücü olan  firmalar oraya giderek bir ekip oluşturdu. Kalıpta ortaya çıkacak  herhangi bir hata hattın durması demek. Böyle bir riski almamak için de  oralarda bazı maliyetleri gözden çıkararak ekip kurdular. Oradaki kalıp  üreticileriyle kurulan bu ekipler koordineli bir şekilde çalışmalarını  sürdürüyorlar fakat bu da yeterli verimliliği sağlamaya yetmiyor.  Otomotiv sektörü de bunun farkında… Bu nedenle geçtiğimiz dönemlerde  otomotiv sektörüyle bir araya geldik ve Türkiye’deki kalıp sektörü  üzerine bir değerlendirme yaptık. Buna TAYSAD ve OSD ön ayak oldu. 
“Otomotiv sektörüyle Kalıp sektörü arasında iletişim sorunu olduğunu gördük.”Sonuç  itibariyle Türkiye genelinde üretilen kalıpların yüzde 70’i otomotiv  sektörüne yönelik… Türkiye’de de ihracat zaten otomotiv ağırlıklı…  Bizlere kalıp tedarikinde yaşadıkları sıkıntıları anlattılar, birçok  kalıbın Türkiye’de üretilmediğini söylediler. Onları dinleyince bazı  konularda eksik veya yanlış bilgi sahibi olduklarını fark ettik. “Siz  Türkiye’de yapılan kalıplara da yapılmıyor diyorsunuz. Bizim yapıldığını  iyi bildiğimiz, sizin kalıplar var” dedik. “Sorun olarak gördüğünüz  şeyler var fakat bunlardan bir kısmının sorun olduğunu düşünmüyoruz ama  sorun olarak görmediğiniz şeyler de var, biz bunların sorun olduğunu  düşünüyoruz” dedik. Çok net bir iletişim problemi olduğu ortaya çıktı.  Ben hep şunu söylerim: Ortada bir problem varsa bunun önemli bir kısmı  iletişimden kaynaklanıyordur. Bilgi iletişiminde, paylaşımında problem  varsa hiçbir yere varamazsınız. Bu OSD, TAYSAD üyelerinin yoğun olduğu  bir katılımla, sekiz - on toplantı yaptıktan sonra ortaya çıkan sonuç.  İlk olarak bir audit formu oluşturmaya karar verdik. OSD, TAYSAD ve UKUB  üyelerinden oluşan bir heyet oluşturarak Türkiye’deki kalıpçıları  araştıralım, hangi kalıpları ürettiklerini öğrenelim; ürün kalitesini ve  maliyetleri araştıralım istedik. Herkes tarafından kabul gören bu  çalışmayı 2010 yılında tamamladık. Bu kapsamda birçok kalıpçıyı ziyaret  ettik ve çok ilginç şeylerle karşılaştık. Ziyaretimiz sırasında  kalıpçılarımız bizlere üretmiş oldukları kalıpları gösterdiler, hangi  firmalar için ürettiklerinden ve nerelere ihracat yaptıklarından  bahsettiler. Bazı kalıpçılarımız Türkiye’de de üretimi olan otomotiv  firmaları için ürettikleri kalıpları bizlere sundular. Heyette bulunan  bu otomotiv firmasının Türkiye’deki temsilcileri; kendilerinin bu kalıbı  yurt dışından temin ettiklerini söylediler. Kalıpçılarımız ise bu  kalıpları bahsi geçen otomotiv firmasının yurt dışındaki fabrikaları  için ürettiklerini dile getirdiler. Düşünebiliyor musunuz, dünya devi  bir firmanın yurt dışındaki fabrika temsilcileri ihtiyaç duydukları  kalıbı Türkiye’den arayıp bulabiliyorlar. Buna karşın aynı firmanın  Türkiye fabrikası, Türkiye’de bu kalıpların üretildiğinden bihaber…  Farklı firmalarda benzer olaylarla karşılaştık ve gerçekten hayrete  düştük. Ülkemizde Porsche’ye, Ferrari’ye kalıp yapan firmalarla  karşılaştık. Ama ülkemizdeki fabrika temsilcileri gidip benzer kalıpları  İtalya’dan, Almanya’dan temin etmiş. Nihayetinde yürütmüş olduğumuz  çalışmanın sonucu olarak, otomotiv ana ve yan sanayi firmalarının  çoğunun Türkiye’de yapılmadığını zannettiği birçok kalıbın Türkiye’de  yapıldığını, yapılamayanların da neden yapılamadığını, bunların  sebeplerinin aşılamayacak sorunlar olmadığını tespit ettik. Ziyaret  ettiğimiz firmaların birçoğu Türkiye’deki ana ve yan sanayi firmalarına  kalıp yapmaya başladı. Yani o aradaki iletişim kopukluğunu nispeten  ortadan kaldırmış olduk. 
Bu  noktada ortaya bir “satın alma” sorunu çıkmış oluyor… Türkiye’deki satın  alma sorumlularının yeteri kadar bilinçli ve araştırmacı olduğunu  düşünüyor musunuz? Türkiye’de kalıp sektör yeni yeni gelişiyor. Kalıp  satın alacak biri Türkiye’de kalıp hakkında ne kadar bilgi sahibi  olabilir ki?Şimdi şunu düşünün; üst düzey bir firmada  oldukça kritik olan kalıp tedariki pozisyonunda satın almacı olarak  çalışıyorsunuz. Üretim size, sizin aldığınız kalıba bağlı. Elinizde  uluslararası onaylı tedarikçi listesi var. Bir de onay tedarik  listesinde olmayan Türk firmalar var. Şimdi listede olmayan bir Türk  firmasından o kalıbı satın alabilmek için çok ciddi kalıp bilgisine  sahip olmanız gerekiyor. Bu bilgiye sahip değilseniz, her insan gibi  listeden seçerseniz. Bir makine alacaksanız ve bu makine hakkında  yeterli bilgiye sahip değilseniz, bu makineyi kullanan birine gider  referans istersiniz. Referansla satın alırsınız ama yeterli bilgiye  sahipseniz gerekli incelemeleri yapar ona göre bir karara varırsınız. Bu  nedenle ülkemizdeki satın almacıların Türk kalıp sektörüne hakim  olmaları gerekiyor. İyi araştırma yapmaları ve mümkün olduğunca yerli  ürüne yönelmeleri gerekiyor. Ama sırf fiyat odaklı kalıp arayışına girip  ürünün kalitesini, yerli olup olmamasını göz ardı ederlerse hem kendi  firmalarına hem de ülke ekonomisine zarar verirler. Bu noktalara dikkat  etmeleri gerekiyor. 

Türkiye’de kalıp pazarının şu anki durumunu rakamlarla özetleyecek olsanız neler söyleyebilirsiniz?Bu  sorunuza bir kıyaslama yaparak cevap vermek istiyorum: Portekiz, İtalya  ve Türkiye’yi kıyaslayalım… Neden bu üç ülkeyi seçtim kıyaslama için?  Portekiz’de otomotiv sanayi yok. Montaja dayalı, senelik 200 bin civarı  üretim olan bir ülke. Nüfusu yaklaşık 10 milyon civarında… İtalya nüfus  olarak bize yakın bir ülke ve araç üretim sayısı da bizimle hemen hemen  örtüşüyor. (Yaklaşık 1.2 milyon adet/yıl) Bu üç ülkeye baktığınız zaman  Portekiz’de 200 bin tane araç üretilirken kalıp sektörünün cirosu  yaklaşık 8-10 milyar Euro. İtalya’ya bakıyorsunuz 1.2 milyon araç  üretiliyor ve kalıp sektörünün cirosu 7 milyar Euro. Türkiye’ye  bakıyorsunuz, 1.2 milyon araç üretiyor (İtalya ile aynı) fakat kalıp  sektörümüzün büyüklüğü 1 milyar Euro. Ülkemizde kullanılan kalıpların  yaklaşık yüzde 30’u iç piyasadan temin ediliyor. Ülkemizdeki bazı kalıp  üreticileri de üretimlerinin yarıdan fazlasını yurt dışına ihraç ediyor.  Sanırım bu rakamlar Türk kalıp sektörünün rakamsal durumunu çok net  ortaya koyuyor. 
Hemen hemen de  yüzde 70’lik bir ithalat yapıldığı ortaya çıkıyor. Bu bağlamda UKUB  olarak ne kadar ithalat ve ihracat yapıldığını net olarak biliyor  musunuz?Bakın bu durum da çok üzücü… Biz yönetime  geldiğimiz zaman, bu çok önem verdiğimiz bir konuydu çünkü bize sürekli  soruluyordu. Türk kalıp sektörünün büyüklüğü ne kadar? İthalat, ihracat  değerleri nelerdir? Türkiye’de kaç tane firma faaliyet gösteriyor? Bunun  gibi birçok soruyla karşılaşıyorduk. Bunun üzerine gittik ve Sanayi-  Ticaret Odaları’ndan yardım istedik. “Bu bilgiler sizde varsa bizimle  paylaşın.” dediler. Ankara’ya gittik, Dış Ticaret Müsteşarlığı ile  görüştük. İthalat-İhracat Genel Müdürlükleriyle görüştük, GTİP  numaralarını verelim, kayıtlarına ulaşalım istedik. GTİP numaralarına  uygun ithalat ihracat yapılmadığını gördük. Diyelim ki bir firma kalıp  ihracatı yapıyor. Biz de kendisine soruyoruz bu ihracatı nasıl  yapıyorsun diye… “Gümrük komisyoncusuna veriyorum, o gerekli işlemleri  yapıyor, ben yeterli bilgiye sahip değilim.” diyor. Bakıyor ihraç  edilecek ürüne, metalden yapılmış. İşlenmiş metal – madeni ürün… Bunun  çok farklı şekillerde GTİP numarası var. Uygun olduğunu düşündükleri bir  GTİP numarası belirleyip işlemi yapıyor. Buna benzer o kadar çok örnek  var ki. Firma kalıp ithal ya da ihraç etmiş ama hangi numara ile, statü  ile gittiği belli olmadığı için oradan aldığınız değerler hiçbir şey  ifade etmiyor. Yurtdışından makine aksamı diye kalıp getirildiğini  biliyoruz, varın gerisini siz düşünün. 
Devlet bu duruma müdahale etmiyor mu? Sonuç itibariyle her ürünün kendine göre vergilendirmesi var. Bu sorun neden çözülmüyor?Ben  kendim birebir defalarca Ankara’ya gittim, bilgi rica ettim. Hatta  şöyle bir çalışma yaptık. Türkiye’de acaba kaç kalıp firması faaliyet  gösteriyor? Kaç kişi çalışıyor? Sorulduğunda cevap veremeyince biz  utanıyoruz. Bir tarama yaptık, tüm sanayi - ticaret odalarını üretimin  yoğun olduğu yerleri seçtik, üretim olmayanları dikkate almadık.  Listelerini aldık, bize yüzlerce liste gönderdiler. Tek tek faaliyet  konularının içerisinde kalıpçılık geçen firmaları tespit ettik, sonra da  telefon açtık. Ama firmaların bazıları cevap bile vermedi. Yani direkt  firmaya ulaşıyorsunuz, sanayi - ticaret odasından telefonunuzu aldık  diyorsunuz, faaliyet konunuz hakkında kalıp geçiyor, gerçekten kalıp  konusunda bir çalışmanız var mı, kaç kişiyi bünyenizde bulunduruyorsunuz  diye sorular yöneltiyorsunuz. “Bilgilerimiz bize özel, veremeyiz.”  diyerek kapatıyorlar telefonları. Zannediyorlar ki, onların menfaatine  dokunan bir şey istiyorsunuz. Bir firma da konunun ehemmiyetinin farkına  varıp bizlere teşekkür etmedi. Resmi makamlara başvurup derdimizi  anlatıyoruz. Üstümüze düşen tüm görevleri yerine getirip, gerekli bilgi  ve belgeleri kendileriyle paylaşıyoruz ama nafile… Kesinlikle geri dönüş  olmuyor. 
Kalifiye iş gücü  Türkiye’de büyük sorun. İşsizlik var ama kalifiye eleman yok. Türk kalıp  sektörü kalifiye iş gücü konusunda sıkıntı çekiyor mu?Bu  konuda bütün sektörlerden daha fazla sıkıntı çekiyoruz. İhtisas konusu,  derinlemesine uzmanlık gerektiren bir alan... Bu sürecin içerisinde  farklı farklı birçok uzmanlık gerektiren konu var. Bunların başında  tasarım geliyor. Katma değerin en yüksek olduğu alan kalıp tasarımı.  Tasarım konusunda çok büyük bir eksiklik var. Yetişmiş eleman yok. Bu  işlemden sonra makinede çalışacak operatör lazım, ama yeterli nitelikte  ve nicelikte personel yok. Eskiden çırak, kalfa, usta diyorduk ya…  Bazıları hala kartvizitlerine “Her türlü kalıp itinayla yapılır.”  yazdırıyor. Bir insanın her türlü kalıbı yapabilmesi mümkün mü? Ama  sektörümüzdeki böylesine trajikomik bir durum söz konusu… 
Ülkemizde kalıpçılık eğitimi veren okullar da yetersiz… Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz?
Gazi  Üniversitesi Kalıpçılık Öğretmenliği Bölümü vardı. Son yıllara  baktığımda en iyi elemanlar o okuldan mezunlar. Oradan mezun olanlar da  genellikle kalıp öğretmenliği yapmak yerine firmalarda kalıp konusunda  işe başlıyorlar ya da kendi firmalarını kuruyorlar. Fakat artık faaliyet  göstermiyor. Türkiye’de meslek liselerinde öğrencilere kalıp eğitimi  verecek, öğretmenleri yetiştirecek okulu kapattılar. 
Haydarpaşa  Endüstri Meslek Lisesi’nde Kalıpçılık Bölümü’nde tanıdığımız bir hocamız  vardı. Bu hoca 80’li yılların sonunda devlet tarafından İngiltere’ye  gönderilmiş, öğrencilere güncel CNC tezgahları anlatsın diye CNC  tezgahlar konusunda eğitim aldırılmış. Sonrasında bu hocayı en son  Beykoz Denizcilik Okulu’na tayin ettiler. Türkiye’deki eğitim durumu da  bu halde… 
Kalıp sektörü devlet tarafından yeterince destekleniyor mu? Yeterince  değil, hiç desteklenmiyor. Bir sektörün, sanayinin gelişimi için devlet  desteği şart fakat biz kalıpçılar olarak bu destekten mahrumuz… En  azından Türkiye’de üretilen kalıplar korumaya alınabilir. Muadil  kalıpların ithalatı engellenip yerli kalıp kullanımı zorunlu hale  getirilebilir. Menşei belli olmayan, kalitesi düşük kalıpların ithalatı  önlenebilir. Ama bunların hiçbiri yapılmıyor ne yazık ki… 
2012 yılı, gelişmiş ülkelerin ekonomilerinin durgunluklarıyla geçti. Bu durum Türk kalıp sektörüne nasıl yansıdı?Bu  durum bizim sektörümüze olumlu yansıdı. Biz bunu 3-4 senedir takip  ediyoruz. Şimdi, krizle birlikte toplam pazar küçülüyor ama aynı  sebepten dolayı Türkiye’den kalıp tedarik eden firma sayısı gittikçe  artıyor. Eskiden Türkiye’den kalıp almayı kesinlikle düşünmeyen  firmalar, bugün kalıp almayı düşünüyorlar. Bu sebepten dolayı kalıpçılık  sektöründe düşüş yok, artış var. Mesela Almanya Türkiye’nin, Türkiye de  Almanya’nın en önemli ticaret ortağı… Bakıyorsunuz, Almanya ile millet  olarak da iletişimimiz çok güçlü. Mesela kendi firmam yüzde 60-65  ihracatını Almanya’ya yapıyor. Almanların Türkiye’ye bakış açısı da çok  değişti; eskisi gibi değil. Yani kendimizi daha iyi ifade edebiliyoruz,  ulaşım problemimiz, iletişim problemimiz yok. Her geçen yıl Türkiye’den  kalıp tedarik eden firma sayısı artıyor. 
“Teknolojik eksikliğimiz yok, teknolojiyi doğru kullanmada eksiklerimiz var.”Almanlar  kendi menfaatleri doğrultusunda gelişmeye müsait bir Türk firması  bulduğu anda, o firmaya sahip olduğu tüm bilgi birikimini aktarmaktan  çekinmiyor. 
Eğer sizi kendisine tedarikçi olarak seçmişse, sizi  geliştirmek adına elinden geleni yapıyor. Teknoloji olarak, makine  parkı, ekipman, yazılım olarak bizim çok kayda değer bir eksiğimiz yok.  Onları nasıl kullandığımız konusunda sorunlar var. Sonuçta esas olan  kalıptan parçanın çıkmasıysa biz bunu yapabiliyoruz.  Fakat o kalıp ne  kadar zamanda bitiyor; ilk parça kalıptan ne kadar zaman sonra çıkıyor?
Almanlar  aynı kalıbı 1000 saatte yapıyorsa, biz 1500 saatte yapıyoruz. Sonrası  Almanların yaptığı kalıptan 5 sanayide bir parça çıkıyorsa, bizimkinden  8- 10 saniyede bir parça çıkıyor. Bu da bilgi ve tecrübe eksikliğinden  kaynaklanıyor. Sonuç olarak çıkan parçanın kalitesine bakarsanız hiçbir  problem yok. Bu eksiklikler mevcut teknolojileri yeterince iyi  kullanamadığımızdan kaynaklanıyor. 
Son olarak dergimiz aracılığıyla okuyucularımıza iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?Sonuç  olarak bu memleket bizim… Kurulurken Uluslararası Kalıp Üreticileri  Birliği olarak kurulan UKUB’a, göreve gelir gelmez tüzük değişikliği  yaparak “Ulusal Kalıp Üreticileri Birliği” adını verdik. Neden “ulusal”  dedik? Biz kendi ulusumuzdaki kalıpçılarımızı temsil ediyoruz. Bu  sektörü geliştirelim, yurt dışında sektörümüzü tanıtalım, doğru ifade  edelim istiyoruz. Bu noktada sektöre gönül vermiş herkesi birliğe üye  olmaya davet ediyoruz. Bizim için önemli olan bu.
Bize katılacak  üyelere aidat geliri olarak değil; bizleri eleştirecek, katkıda  bulunacak ve sektöre fayda sağlayacak üye gözüyle bakıyoruz. Sektörümüzü  hak ettiği noktalara ulaştırabilmek için birlik ve beraberlik lazım.  Herkesi birliğimize üye olmaya davet ediyoruz.
KAYNAK: KALIP STORE DERGİSİ